04.17

-04.17-

Ben şu an masamın başındayım, önümde tabletim, bu haftanın blog yazısını yazıyorum. Ellerim titriyor, aklımda bir şeyler durmadan geziyor; oradan, şuradan, buradan bir şeyler almaya çalışıyor, tıpkı kışa hazırlanan bir karınca gibi hissetmeme neden oluyordu. Aralıksız düşünüyordum, zihnimde bir yerler oluşturuyordum ve o oluşturduğum yerler aslını televizyonlarda gördüğüm kadar net değil, bulanık. Fakat kendimi orada düşünüyorum, kendimi oraya koyuyorum. O vakte götürüyorum, oradaki bir deliğe sokuyorum, o halde neler düşünürdüm diye düşünüyorum ve kafamı o düşüncelerin oltasına bırakıyorum. O vakit onlar nasıldı? İşte bu yazı bu sorumun, sorumuzun cevabı.

O anda bir şeyler oldu ve o şeyler benim omuzlarımdan sıkıca tutup sanki bir kâğıdı buruştururmuş gibi beni de buruşturdu. Küçücük kâğıttan bir top gibi oldum, canım çok yanıyordu, ses edemiyordum. Elim, kolum, bacaklarım, kısacası vücudumdaki hiçbir uzvu hareket ettiremiyordum, gözlerim dahil. Kapalılar, çünkü zarar görsünler istemiyordum, ki kirpiklerimde de bir ağırlık vardı, açamıyordum, sanki birbirine yapışmışlardı. Nefes alış verişlerim de öyleydi, gözlerimi koruduğum gibi ciğerlerimi de korumak istiyordum. Nefes almıyordum, alamıyordum ya da kesik kesik alıyordum, göğsüm hızla inip kalkıyordu. Çünkü öyle sıkıştırdılar ki beni, acaba o kağıdın içine bir de taş mı koydular, diye düşünüyordum. Duyuyordum bir sesler, bağırışlar, yıkılışlar; kapamak istiyordum iki elimle kulaklarımı ama iki elimde o taşın altındaydı, çıkaramıyordum. Dudaklarım kurumuştu, kanıyorlardı. Açmaya güç bulduğumda da tüm gayretimle bağırmıştım, fakat o an sıcacık yatağıma bir anda tıpkı davetsiz gelen bir misafir gibi tuhaf bir soğukluk tüm bedenimi sarmıştı. Öyle ki donmuştum, kocaman bir buz kütlesi oldum sanmıştım. Beni hep sıcacık tutan, küçüklüğümden beri üstümden atmadığım yorganım nerede diye sorguluyordum. Ya da yatağım, o nerede? Şu üstünde yattığım şey de ne? Yatağımın başındaki komidinde sürekli açık duran gece lambam, okuma kitaplarım, gözlüğüm, telefonum… onlar nerede? Acaba yanlış mı sordum, şunu mu demeliydim: Ben neredeydim?

İşte o an gözlerimi açmaya bir cesaret buldum. İlk gördüğüm şey taşların arasında duran duvar saatimdeki 04.17 yazısı olmuştu, gecenin köründe neler oldu, diyordum. Sonra burnumun dibinde toz toprak, gözlerimin önünde koca bir facia gördüm. Çığlık attım, korkuyordum, üşüyordum, canım acıyordu. Fark etmiştim ki kendi ellerimle süslediğim odamdayım yine, ama bir değişiklik var, öyle bir yabancı geliyor ki bu değişiklik, ağzım açık kalıyor. Kim yaptı bu yabancı değişikliği, diye bağırıyorum kafamın içinde. Gerçi bu değişikliği pek göremiyorum, etraf zifiri karanlıktı fakat anlıyorum bir şeylerin yıkıldığını, hissediyorum o yıkılmış şeylerin üstümde olduğunu. Deprem mi olmuştu?

Az önce nerede olduğunu sorguladığım yorganım, yatağım, komidinim, gece lambam… her şeyim yer yarılmışta içine girmişlerdi sanki, yoktular. O an bu yıkılmış odamın her bir köşesinde birer anı sakladığım aklıma gelmişti. Mesela ilk kez okula gideceğim sabahı aynalı kıyafet dolabımın önünde kendime baka baka giymiştim üniformalarımı, çantamı burada hazırlamıştım, ilk kitabımı çalışma masamın başına oturup heyecanlı bir şekilde zar zor okumuştum, kuzenlerimle ve arkadaşlarımla beraber şu köşelerde ebeleme oyunu oynamıştım, ilk adımlarımı ilk kez burada atmıştım annemle babam eşliğinde. Sahi, onlar neredeydi? Sesleri çıkmıyordu. O an aklıma dank etti, dank ettiği gibi de gözlerimden yaşlar firar etti tuzlu tuzlu, kulaklarımdan aşağıya, saçlarıma doğru süzüldüler. Bir boşluk oluştu anında yüreğimde, çok büyük, çok soğuk, çok acı verici bir boşluk. Bir bebek misali ağlıyordum.

Bir şeyler eksildi, bir şeyler tamamıyla yok oldu. Mesela annemle babam, onlar bu akşam ettiğimiz lüzumsuz bir kavga yüzünden yataklarımıza ilk defa birbirimize iyi geceler demeden girmiştik ve annem yanaklarımdan öpüp, babam saçlarımdan okşamamıştı, adımın yanlarına sevgi dolu sözcükler ekleyip bana seni seviyorum dememişti. Kardeşim? En son arkadaşlarıyla konuşuyordu, anneannem de telefonuna sabah namazını kılmak için alarm kuruyordu. Sanırım -bunu söylemesi zor ama- bu annem, babam, kardeşim ve anneannem ile son kez görüşmemizdi. Annemle, babamla son kez ettiğimiz kavga, son konuşmamızdı, son kez kardeşimi görüşümdü, anneannemin son kez ayarladığı sabah namazı alarmı ayrıca ilk kez kılamadığı sabah namazıydı. Akrabalarım, arkadaşlarım, günde bir kez dahi olsa bile yüzünü gördüğüm kişiler? Onlar nasıldı, ne haldelerdi, bilmiyordum. Şu birgünlük tatil bittikten sonra öğretmenlerimi de göremeyecek miydim? Onları da mı son kez görmüş oluyordum?

Küçük küçük üstüme yağan kar tanelerinin tenimde bıraktığı ıslaklığı ve soğukluğu hissediyordum, durmadan titriyordum. Gece yatmadan önce izlediğim kar tanelerinin şimdi izinsiz bir şekilde yıkılmış evimin içine girmesine lanet ediyordum. Karı severdim ama kesinlikle bu şekilde olmazdı.

Sonra bir insanın içinde hissedebileceği tüm duyguları bir anda hissetmeye başladım. Acı, korku, endişe, belirsizlik… Her şey karmakarışıktı ve yaptığım -daha doğrusu yapabileceğim- tek şey beklemekti. Ben de onu yaptım. Saniyeler geçti, dakikalar geçti, saatler geçti, belki de günler ama yine de dua ederek sabırla bekledim aklımdan geçen her şeyle beraber. Arada sokaktan sesler geliyordu, O yüzden “Yardım edin, sesimi duyan kimse yok mu!” diye bağırıyordum. Bir umut, bir ışık, tutunabileceğim sağlam bir dal arıyordum. Birilerini bekliyordum beni, bizi alsın kurtarsın bu betonlarla dolu karanlık ve soğuk cehennemden diye. Fakat kimse beni duymadı, kimse beni görmedi, kimse benim varlığımı hissetmedi, kimse bana yardım etmeye gelmedi, bize yardım etmeye gelmedi. Aklıma o sıralar hayallerim geldi, gelecekte yapmak istediğim şeyler geldi. Mesela yazar olmak istiyorum, yazılarımla insanların umudu, geleceği olmak istiyordum ama ben daha bunun için bir adım dahi atamamıştım, zamanım kalmamıştı.

Ben şimdi bu bir zamanlar yıkılmamış dört duvar olan evimi, içinde ölmüş olan annemin, babamın, kardeşimin, anneannemin bıraktığı gibi bende her şeyi bırakıp gidiyordum. Gücüm kalmamıştı, ya da artık iki ayağını da yere sert basacak bir bedenim. Selim düşünebilecek bir aklım, konuşabilecek bir dilim, nefes alabilecek bir burnum, duyabilecek kulağım, görebilecek iki çift gözüm. Dediğim gibi hepsini, her şeyimi bırakıp gidiyordum. Bu vakte kadar kesmediğim umudum da kesilmişti, ya da aradığım o dalı bir başkaları yakalayıp tutmuştu. Ama olsun, onlar birilerinin tekrardan yeşermeye başlayacak umutları, ışıkları olsun. Ben bu dünyadan sevdiklerime ulaşmak için ayrılıyorum, zamanım dolmuştu fakat içimde burkulmuş bir mutluluk vardı. Gözümden akıttığım son yaş ve içime dolu dolu çektiğim şu üç günlük dünyanın havasıyla bedenim sonsuz bir uykuya dalmıştı. Ruhum ise sevdiklerimin yanına çoktan varmış ve yeni bir hayata başlamıştı.

Ben Deniz, bu yazımda ülkemizi derinden sarsan depremi yaşamış birini düşündüm, aklımda hayal ettim ve böylece bu satırları yazdım. Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Adıyaman, Kilis, Malatya, Şanlıurfa, Adana, Osmaniye, Diyarbakır, Elazığ adlı illerimiz saat 04.17 sularını gösterirken bir anda çok büyük bir bir deprem yaşadı, orada yaşayan insanlarımızın da hayatlarını kalıcı bir şekilde değiştirdi. Binbir tane hayat sona erdi, binbir tane hayat enkazın altında bir ışık, bir yardım umut etti. Elele verdik, birlikten kuvvet doğar dedik ve birçok insanımıza yardım etik, göz yaşlarını sildik, ellerinden tuttuk, güven olduk. Kaybettikleri yakınlarının boşluğunu hissettirmemeye çalıştık. Onlara yeni bir hayat vermek istedik. Ne kadar becerebildik bilmiyorum fakat bu yaşanan ve “Asrın Felaketi” olarak tarihe geçip yürek burkan olayda hayatımızı kaybeden insanlarımıza rahmet, yakınlarına sabır ve bu felaketi atlatmış olan insanların iyi olmasını diliyorum. Umarım bir daha böyle büyük bir felaket yaşamaz ve önlemimizi almış oluruz.

Aklım hala o günkü kadar karmakarışık ve üzgünüm. O gün televizyonda gördüğüm o görüntüleri unutamıyorum, kadınlar kucaklarında bebekleriyle, çocuklarıyla çıkıyordu enkazın altından, hayvanlar çıkıyordu, sürünüyorlardı, insanlar o karda kışta, o soğukta, zifiri karanlıkta birbirlerini arıyorlardı. Hepsini hatırlıyorum, hepsini bu depremi yaşamış olan halamdan da dinledim. Ben bu yıl çok daha iyi anladım artık bazı insanların bazı insanlar için olan önemini. Fakat bizde fark etmedik o bazı insanların yüreklerimizdeki yerini hissetmedik. Herkes üzüldü, yasa büründü çünkü ne kadar da olsa her şeyi geçtik onlar birer insandı. Ve yine anladım ki birlikten kuvvet doğarmış, birlikten umut doğarmış, iyilik doğarmış, en kuytu karanlık köşelerden alkışlarla çocuklar kurtulurmuş. Bunları çok acı şekilde öğrendik fakat elden bir daha ki deprem için önlem almak, kendimizi hazırlamak dışında bir şey geçmiyor.

Ben tüm yüreğimle, içimden, hayatlarını kaybeden insanlarımızın rahat bir şekilde uyuyor olmalarını diliyorum, eminim ki onlara orada çok iyi bakıyorlar ve bırakmak zorunda oldukları yakınlarını yıldızların arasından gülerek izliyorlar. Kalanlar da onları izliyor, onları anıyorlar bizler gibi. Şimdi buradan hepsine iyi geceler diliyorum, sizleri görmesemde tanımasamda çok seviyor ve anıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Atiye

Çocukluğumuz

SANATIN ADI ANADOLU'MUZ