Kayıtlar

Kasım, 2024 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Çekirdek Aile

-Çekirdek Aile- Herkes yan yana olan bir kadınla bir adamın sol yüzük parmaklarında yüzük gördü mü onlara aile der, birde onların yanında çocuk varsa başına da ‘çekirdek’ diye bir sıfat eklerler. Haklılarda sonuçta bazı çekirdeklerin içinde birkaç çekirdek daha olabiliyor. Fakat benim burada anlatmak istediğim şey görüneni anlatmak değil, bilineni, o çekirdekte yaşananları anlatmaktır. “Bak şu çekirdek aileye!” derlerse onlar sadece gördüklerini söylerler. Fakat açıp bakarsanız içine, çekirdeğin her birinde altından başlayıp sivri ucuna kadar uzanan bir karartı, çürük görürsünüz. Acı çekirdeklerdir onlar, dışları ne kadar normal bir çekirdekten daha güzel görünürse görünsün içlerinde vardır bir acı, hazin, keder, feryat… Bazen sırttaki en büyük kamburdur aile, en büyük sorumluluk, en büyük kaygı. Birlik varsa bunların üstesinden gelinebilir canlı bir çiçek gibi güzel olur fakat yoksa solmuştur evvelden. Çürük bir çekirdek gibi. İçten içe, fark ettirmeden çürür, çok sonralar da fark ede...

Tarihte Dijitalleşme

-Tarihte Dijitalleşme- Dijitalleşmede gelişen dünyanın hem olumlu hem de olumsuz etkileri gibi birçok şeye etkisi olduğundan dolayı, bunların etkisi tarihe ve tarihi araştırma sürecine de yansımıştır. Bunlar dediğimiz gibi olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Olumlu yanları: Tarih bilindiği üzere belgelere dayalı bir bilimdir ve bu tür bilgilere ulaşabilmek için bizlerin yardım alması gerekir. Araştırma kolaylığı sağladığı gibi daha hızlı erişmemizi de sağlar ve bunlara ulaşabilmek için dijital kaynaklara ihtiyaç duyulur. Misal dijital arşivler, müzeler ve kütüphaneler olarak örneklendirilebilir. Bu tür bilgilerde böyle sunumlar ve benzeri kaynakların kullanımı konuyu kişilerin daha derinden anlamasına yardımcı olabilir. Aynı şekilde böyle bilgilerin bu tür dijital platformlarda yayımlanması sonucunda bu bilgilere ihtiyaç duyan insanların ona -herhangi bir tarihsel bilgiye- erişmesi çok daha kolaylaşır ve hızlanır. Bu nedenle bilgi alışverişi de yine hızlanmış, kolaylaşmı...

Kırık Tebeşirler

-Kırık Tebeşirler- Yılın ‘o gün’ü gelene kadar istisnasız her gün kırılan bir tebeşir. Neden kırılır ki bu tebeşirler? Neye dayanamazlar? Elin gücüne mi yoksa o beyaz, silindir tebeşiri elinde tutan emek, sabır ve bir ülkenin, bir toplumun geleceğini aydın yapan öğretmenler mi? Her bir yanı tane tane işlenmiş, değerli taşlarla, elmaslarla, altınlarla, zümrütlerle süslenmiş bir kutu; insanın gözünde ne kadar değerli değil mi? Fakat kutunun içinde barındırdığı şeyler çok daha değerli, dünya üzerindeki tüm taşlardan çok daha parlak, çok daha pahalı, alınıp satılmayan o taş: öğretmenlerdir. Öğretmenler kalemi ilk defa bizimle tanıştırıp elimizle buluşturan, harfleri sabırla, tek tek kara tahtaya tebeşirle yazıp öğrettiği gibi yazmasını da okumasını da öğreten, sıkıntısına yardım edendir. Aynı zamanda derdine tasa olan, eksiğine artısı olan, zor zamanlarda ilerisi için ışık, ülkenin geleceği için umut olan kişidir öğretmen. İkinci eğitim yeridir okullar, onları güzelleştiren öğretmenlerin t...

Aylak Ruhlar

—Aylak Ruhlar- Ruh aslında kapalı bir kutunun içinde, yoktan var olmuşa benzeyen, insanın diğer yarısıdır. Ruhlar, bu kutunun içinde zihnimiz tarafından kontrol edilir. Bu kutunun içinde ruhumuzun yanında düşünceler, duygular, anılar... yer alır. Ruh bu kutunun içinde bunlarla meşgul olur, yani zihin bu durumda ruhu asla başıboş bırakmaz. Sürekli bir işle meşgul eder, aylak olmasına izin vermez. Fakat zihin ruhu meşgul edememeye başladığında, ruhun içinde bulunduğu bu kutu bir anda açılıverir. Ruh ortalıkta tam bir aylak olarak dolaşmaya başlar, huzursuz eder insanın göğsünü, düzensiz, karmaşık ve fazla düşüncelerle. İnsan, insandan başka her türlü yaratığa benzemeye başlar, bu durumdan kurtulana kadar büyük bir boşluk hissiyle yüzleşmeye çalışır. Montaigne’e göre zihnin bu boşluğu tıpkı işlenmeyen bir arazi gibi, yabani otlar ve dikenlerle dolar. Bunların hepsi ruh aylaklaştığında ortaya çıkabilecek ihtimallerdir. İnsan tekrardan bu aylak ruha sahip çıkmaya, onu bir şeylerle meşgul e...

İnsanın Güçsüzlüğü

-İnsanın Güçsüzlüğü- Bilindiği üzere insanın -her türü için geçerli olan- tahammül edemeyeceği, güçsüzleştiği bir sınırı vardır, bir noktası vardır. Öyle ki insanın ya kendisi ya da başka birisi tarafından bu noktayı aşıldığında profesyonel olsa bile mantıklı düşünemiyor, hiçbir şey edemiyor, nefesi dahi kesilebiliyor. Kendi aklına bu durumu izah etmeye çalışsa da, o an aklı selim olmadığı için çıldırma noktasına kadar gelebiliyor. Bunların bazıları belki ‘yuh artık’ dedirtecek kadar saçma gelebilir, fakat herkeste bir değildir sonuçta, insanlar aynı şeylere celallenecek değil diye bir şey yok. Bunlar Montaigne’nin verdiği örneklerle birlikte açıklamak gerekirse, “Ben kendim, masalarının altında bir köpeğin kemik kemirmesini duyunca deliye dönen kimseleri gördüm.” Köpeğin kemiği kemirmesi gibi basit bir eylem bile onu çığırından çıkarabilir. İnsanın çığırından çıkması ise tahammül seviyesine kadar devam eder, insanı ‘asla yapmam’ dediği davranışlara kadar da sürükler, peşini bırakma...

Devrim

-Devrim- Bu denemeyi okurken her satırında aklıma gelen tek bir ülke vardı, bence sizde ne olduğunu biliyorsunuz, düşünebiliyorsunuz. Evet, aklıma başka bir ülke gelebilirdi fakat coğrafyam berbattır ve böyle pek fena ülke de bilmem. Evvela çok daha kötüsü vardır, fakat onları da (o ülkeleri de) küçük görüyor, -birde bunun tam tersi hali de var- üstekileri de yukarı da olduğu için eleştiriye tabi tutuyoruz. Şimdi sorsam kaç kişi bilir ki kendisini A’dan Z’ye eleştirmesini? Elbette kimse bilmez, bu da zaten dediklerimle aynı düşünce de ve mantıkta yatar yani insan kendi ülkesine toz konduramadığı gibi, başkalarını toz yumağı yapmayı da iyi bilir. Montaigne’nin de dediği gibi birtakım yeni devrimler, değişiklikler, yenilikler bir devleti hiçbir şey kadar rahatsız edemez. Çünkü bir millet -bana göre- gözünü açtığında hala böyle geri kafalı olmak ister mi, istememeli. O yüzden inkılap, yenilik ister. Devlet de hali hazırda olan rahatını bozmak istemediği için, duymazdan gelir milletin iste...

Evini Koruma

-Evini Koruma- Montaigne, bekçili silahlı evlerin yok olması ve kendi korunmasız evinin yok olmamasını gerçekten kapıda duran bekçiye, silahlıya mı bağlıyor sizce? Fiziksel bir korunma bir ev için zaten yeterli bir korunmayken, evin içinde sağlanamayan bir huzurun, kendisini geliştirmeyen o nedenle geride kalmış bir insanın evinin yıkılması hep daha kolay, hep daha çok göze batan, hep ilk kurban olan değil midir? Böyle bir evin içinde yaşanan bu tür tartışmalar zaten evin yıkılması için bir zemin hazırlarken, saldıranlarında bu eve saldırmalarına karşı kendilerinde bir istek oluşturur ve bu saldırma isteği onlara bir hak kazandırır, Montaigne’nin de dediği gibi. Ve bu saldıranlar mantık çerçevesinde düşünüldüğünde gelişen ve yenilenen düşünceler, dünya olabilir. Yani bir evin yıkılmaması, sağlam olması için fiziksel korunmanın yanında o evde yaşayan bir insanın huzuru olmasına, gelişmiş bir insan olmasına da dikkat edilmesi gereklidir yoksa saldıran -yani bu da dediğim gibi gelişen ve ...

Kanunlar Üstüne

-Kanunlar Üstüne- Kanunlar her ülkede olan ve insanların, canlıların haklarını koruyan, bir ülkede eşitliği dengeleyen, herkesin uymak zorunda olduğu, geçerliliği mekan fark etmeksizin korunduğu, ağır ve genellikle kağıt üzerinde olan yasalardır bilindiği üzere. Peki kanunların kanun olmaları için doğruluğu ve herkesçe eşitliği önemli midir sizce? Eğer kanunlar çok doğru olsaydı karnı boş, açlıktan ölen bir insanın bir parça ekmek uğruna dünyayla girdiği savaşta, çaldığı o ekmek yüzünden hakim karşısına çıkarılıp belirlenen sert kanunlara göre -ve mecburiyetten gelen bu hırsızlığı göz önünde bulundurmadan- çarptırılıyorlar. Şimdi kanunlar herkes için, bu aç olan insan için doğru mudur, eşit midir? Kanunlar hiçbir zaman ne herkese eşit ne de herkese doğru oldu. Kanunlar Montaigne’ ninde dediği gibi kanun oldukları için yürürlülükte kaldılar, kanun oldukları ve bunların önüne geçemediği için insanlar sessiz kaldı. Kanunları koyanlar, kanun konusunda kusur işlemekten korktukları için ...

Hayat ve Felsefe

-Hayat ve Felsefe- Zamanımıza ki gidişat farklı hallere bürünüp öyle bir halde çıkageldi ki felsefe bile değeri, anlamı ve faydası olmayan, beş para etmeyen bir düşünce, bir bilim olarak kaldı. Montaigne der bunun ve bunun sebebinin safsataların olduğunu yani boş, esassız, sözlerden, cümlelerden oluştuğunu söylemiştir. Bu safsataları yapan kişiler, gruplar o kadar boşlar ki, kendi ruhundaki karaları, felsefe kadar güzel bir bilime sürmeyi istemişler. Bakıldığında da pek kaybetmişler gibi görünmüyorlar zaten, insanların gün geçtikçe kendi düşüncelerinden ya da başka düşüncelerden o kadar çok uzaklaşıyorlar ki, kendi benliklerini unutup manasız, boş, belki de yalan yanlış şeylere inanmaya başlıyorlar ve bunun sonu da tekrardan bu safsataları yapan kişilere, gruplara varıyor. Bu nedenle Montaigne'nin bu deyişi çok doğru ve haklı bir deyiş kendi kanaatlerime göre. Fakat hala bu konuda geliştirmemiş, sabit fikirli insanlara göre öznel olsa dahi. Felsefe yediden yetmişe, insan için bir i...